25 Eylül 2020 Cuma

Yapboz aşkına devam




Uzun bir aradan sonra yeniden iki adet binlik yapbozla kafamı meşgul ettim. İlki Edgar Degas'ın 1890 yılında tuvale döktüğü “Dancers in Blue/Mavili Dansçılar” isimli tablonun uyarlamasıydı. Yapboza başlarken mavilerden başladım bende. Orta kısımda yoğun tonlamalardan dolayı kolaylıkla parçaları yerleştirdim ve mavi elbiseleri oluşturdum. Ardından başların ve ağaçların olduğu üst bölüme geçtim. Gereğinden uzun sürdü bu bölümü tamamlamam, çünkü parçalar birbirine hem renk hem de şekil olarak çok benziyorlardı. Defalarca taktığımı düşündüğüm parçayı geri sökmek zorunda kaldım. İki hatta üç kenarı oturan parçalar, ancak dördüncü kenarı devreye girince uyumsuzluğunu belli ediyordu. Bir hafta sonumu bu kısımla tükettim diyebilirim. Tablonun alt kısmına geçtiğimde ise, sanki başka bir yapboza geçmiş gibi oldum. Renkler yine benzerdi ama sanki başka bir bıçakla kesilmiş gibiydi zemini oluşturan parçalar. Hem parça sayısı azaldığından hem de şekiller belirgin olduğundan adeta elimle koymuş gibi yerleştirdim sıradaki parçaları. Sonuç olarak bu güzel çalışmayı yapboz koleksiyonuma katmış oldum.

 

Diğer yapboz ise New York’un havadan çekilmiş bir görüntüsüydü. İleride yerleşirsem yabancılık çekmemek için iyice dolaştım yüksek binaların arasında. Önce çerçeveyi oluşturdum her zamanki gibi ve ardından gök yüzünü tamamladım. Alt kısımdaki deniz maviliğine daldığımda, çerçevenin altında dizilim hatası yaptığımı fark ettim. Bu yüzden önce denizi tamamladım ve söktüğüm çerçevenin altını buna göre yeniden taktım. Sıra binalara gelmişti. Çok fazla detay ve renk içerdiğinden, başlarda parçaları dizmedim bile. Kutunun içinden karıştırarak bina gruplarını oluşturdum. İkili, üçlü, hatta yedili, sekizli kombinler yaptım. Sonra bunların resim üzerindeki yaklaşık yerlerini tespit ettim ve etraflarını işleyerek denize ya da gökyüzüne birleşmeleri için uğraş verdim. Bir süre sonra detaylar sadece siluetlerden ibaret kaldığı için, kutudan seçemez oldum tabi ki. Sonra parçaları dizdim ve bir kısmını deneme yanılma yoluyla yerleştirdim.  Nihayetinde yapboz bittiğinde devasa binalardan oluşan New York önümde dururken, ben de adeta içindeydim.

 

Kafamın bulandığı, ruhumun darlandığı bir anda bu yapbozların elimde olması şansım oldu. On gün kadar sadece parçalarla ilgilendim. Bir nevi terapi gibiydi benim için. Tabi iki büklüm durmaktan yorulan bedenim ve parça aramaktan karışan gözlerim, bu terapinin fiziksel ücreti oldu. Güzel olduğu kadar sinir bozucu olabilen bir hobi bu. Sanırım bir süre daha uzak kalacağım yapbozlardan. Yine de yapbozla uğraşmak bisiklete binmek gibi benim için. Uzak kalsam da uzun bir süre, sanki hiç ara vermemişim gibi hevesle çalışabiliyorum üstünde. Herkese, hobileriyle daha çok vakit geçirebilecekleri güzel günler diliyorum.